Aguas Calientes Thermales Minerales’ten (Yeni adı Machupicchu Pueblo olmuş) bindiğimiz midibüs oldukça virajlı ve uzun bir rampayı tırmanarak bizi Machu Picchu’ya ulaştırdı. Bu yolculukta 2040 metre rakımdan kısa bir sürede 2430 metreye çıkmış olduk.
Kent 1450 civarında İnka Pachacuti tarafından kurulmuş. Burasının bir imparatorluk mülkü, aynı zamanda önemli törenlerin yapıldığı bir merkez veya dini bir alan olarak hizmet verdiği düşünülüyor. Yapılarda burada da çimento kullanılmamış. Kent, Peru’nun İspanyollar tarafından işgal edildiği 16. yüzyılda, bilinmeyen bir nedenle büyük oranda terkedilmiş olduğundan, Machu Picchu hiçbir zaman İspanyollar tarafından bulunamamış, o nedenle de talan edilmemiş, yıkıma uğramamış. Hatta İspanyol askerleri Aguas Calientes’den birkaç kez geçmişler ama yukarıda tropik ormanlar arasındaki bu kenti görememişler.
Bu gizli kalmış kentin, üzerinden geçen bir uçağın pilotları tarafından ilk kez saptandığı iddiası var ama bu gerçek değil. Kent, bölgede yaşayan halk tarafından zaten unutulmamış olduğundan yine onların yol göstericiliğinde Batı medeniyeti ile tanıştırılmış. Hikayesi de şöyle…
24 Temmuz 1911’de Yale Üniversitesi tarih profesörü Hiram Bingham, Urubamba Vadisi’nde dolaşırken karşılaştığı 11 yaşındaki bir Quechua tarafından, Machu Picchu’nun kurulduğu teraslara götürülmüş.
Akabinde Yale Üniversitesi burada arkeolojik kazılar yapmış. 1912-1915 arasında yapılan bu kazılarda ortaya çıkarılan binlerce eser, üzerlerinde araştırmalar yapılmak üzere Peru Hükümeti’nden izin alınarak geçici olarak Yale Üniversitesi’ne taşınmış. Ancak kısa süreli bu izin sona erdiğinde, Yale bu eserleri, zaten bizde iyi korunuyorlar diyerek iade etmemiş. Yale’in Peadboy Müzesi’nde sergilenen bu eserler 20. yüzyıl boyunca Peru Hükümetleri tarafından ısrarla geri istenmiş, kamuoyu baskısı oluşturulmuş, davalar açılmış. Sonunda Yale Üniversitesi baskılara boyun eğmiş ve eserleri partiler halinde iade etmeye başlamış. Toplamda 5000 parçadan oluşan bu eserler halen Cusco’da Casa Concha’daki Machu Picchu Müzesi’nde sergileniyormuş. Ben gittiğimde daha iade edilmiş bir eser olmadığından görememiştim. Şimdi gidecek olanlar için mutlaka görülmesi gereken bir müze olmalı.
Bingham Machu Picchu’ya ilk ulaştığında, kentte hala birkaç aile yaşıyormuş. Yani tamamen terkedilmiş değilmiş. Çevredeki Quechualar da kentin varlığından haberdarmış ama 500 yıl boyunca bu sırrı beyaz adama açmamışlar.

Machu Picchu’nun etrafı yalçın dağlarla çevrili. Bunlardan en görkemlisinin adı da Machu Picchu. Quechua dilinde yaşlı veya eski dağ anlamına geliyormuş. Bu dağın hemen karşısında ise Huayna Picchu var. O da Genç/Delikanlı demekmiş. Huayna Picchu’ya bir halat yardımıyla tırmanmak olası ama ben seyahatin ortasında başıma bir kaza gelmesinden çekindiğimden denemedim. İki dağın arasında kalan uçurumlardan aşağıdaki Urubamba vadisi ve nehri görünüyor.

Yani hem doğa, hem tarih nefes kesici. Huayana Picchu’ya doğru ilerlerken yolda arka planda görünen Yanatin Dağı’nın silüetine benzeyecek şekilde kesilmiş bir kaya bulunuyor. Bunun nedeni Quechualar’ın doğaya olan saygısıymış. Kutsal Kaya adı verilen bu kayanın önünde meditasyon yapılıyor. Pek çok ziyaretçi bu taşın önünde özel bir enerji alanı hissediyormuş. Ben bir şey hissedemedim.

Machu Picchu’ya Cusco’dan bir İnka Yolu’nu takip ederek gitmek de mümkün. Oldukça engebeli olan bu yol 42 kilometreymiş ve dört günde alınabiliyormuş. Günde 500 kişiye izin verilen bu yolda yerel rehber almak da mecburiymiş.
Bu yoldan Machu Picchu’ya Güneş Kapısı’ndan (Inti Punku) giriş yapılıyor. Inti Punku kentin en yüksek noktalarından birinde. Özellikle gün doğumunda buradaki manzaranın çok etkileyici olduğu söylendi ama sanırım sis olmadığı sürece görüntü hep nefes kesici.

– Fotoğraf: Haber Aero
Machu Picchu’da manzaranın ötesinde pek çok görülecek arkeolojik önemi olan yapı da var ve bunlar oldukça iyi korunmuş. Tanrı Inti’ye adanmış Güneş Tapınağı, Üç Pencereli Tapınak, imparatorluğun dini törenlerinin yapıldığı ana tapınak, güneş saati olarak kullanılan Güneşi Bağlayan Taş, kraliyet mezarları, kraliyet konutları, tarım yapılan teraslar, ritüel ve müzik alanı olarak düşünülmüş olan Kutsal Kaya, Muhafız Evi, endüstriyel alanlar ve konutlar… Benim görme imkanımın olmadığı, ancak Huayna Pichu’ya tırmananların görebildiği kayalara oyulmuş Ay Tapınağı ve orman içerisinde bir kaçış rotası üzerinde yer alan, orijinal ahşap yapısı hala duran bir köprü de vakti olanlara şiddetle tavsiye edilen yerler arasında.

Machu Picchu’da geçirdiğimiz unutulmaz saatlerden sonra Aguas Calientes’e geri döndük. Bizi Cusco’ya geri götürecek trene binmeden önce Puerto Maldonado’da konakladığımız Inkaterra’nın Aguas Calientes’teki bir başka tesisinde mola verdik ve öğle yemeği yedik. İlginç bitkilerle bezenmiş geniş bahçesinde de dolaşma olanağını bulduk. Daha sonra Aguas Calientes’in, ortasından demiryolu geçen ana caddesinde bir kafede oturup trenimizin gelmesini bekledik. Turistik trenimiz tam saatinde kalktı. Trende bir mankenin alpaka ve vikunya yünlerinden yapılmış bir kreasyonu sunması yolculuğun sürprizlerindendi. Gerek bu defile, gerekse muhteşem doğa bize zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmedi.

Tren oldukça yüksek ve dik bir yamaçtan inerek Cusco’ya ulaştı. Yaşamımda ilk kez gördüğüm bir mühendislik uygulamasıyla yapılan hattın bu kesimini zamanında İngilizler inşa etmiş. İlginç yanı da şu: yamaç dik olduğundan rayların normal bir şekilde döşenmesi ve yüksek eğim nedeniyle bu hatta tren çalışması mümkün olamayacağını gören İngiliz mühendisler hattı dağın yamacına paralel olarak yapmışlar. Dağın yamacını traşlayarak zigzag şeklinde inşa edilen hattın bu bölümünde tren belli bir noktaya kadar iniyor. Sonra makas değiştiriliyor ve tren o noktadan daha aşağıya inen bir başka hatta geçiyor ve geri geri hareket ediyor. Biraz sonra yine bir noktada duruyor ve yine makas değiştiriliyor ve bu kez tren yeniden düz hareket etmeye başlıyor. Her seferinde bir miktar irtifa kaybeden tren altıncı makastan sonra Cusco kentinin seviyesine iniyor ve istasyona giriyor. Bu sayede tren 5 kilometreden az bir mesafede 400 metre aşağıya inebiliyormuş. Demiryolunun bu bölümünün İspanyolca adı El Zigzag. Aşağıda size El Zigzag’ın ChatGPT tarafından oluşturulmuş basit bir çizimini sunuyorum.
Sonradan öğrendiğime göre başta And Dağları’nda olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde benzer demiryolları döşenmiş.
Demiryolu meraklıları için aşağıda El Zigzag’ın videosunun link’ni de veriyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=4opfRVnw4Xo
Geceyi Cusco’da geçirdik. Plaza de Armas’da bulunan bir restoranda bölgenin özgün yemeklerini yerken Quechua dansları ve müziği eşliğinde güzel bir akşam oldu. Yorucu ama çok etkileyici anılarla dolu bir gün bu şekilde sona erdi.
(Bir sonraki bölüm: Titicaca Gölü yolunda)
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.