Geçen yüzyılın başlarında havacılık ordulara girmeye başladığında Osmanlı İmparatorluğu da bu gelişmeleri ilk gören ve buna göre pozisyon alan ülkelerden birisi olmuştu. Diğer ifadeyle Türkler, havacılıkta gelişmelerin ve o dönem geliştirilen uçakların savaşlarda nasıl etkili olacağın gören milletlerin başındaydı. Sanayisi yetersiz olmasına rağmen de uçak temini için gayret göstermişlerdi. En erken hava gücü oluşturan, savaşlarda uçakları kullanan, 1911’de dünyanın ilk Hava Kuvvetlerini kuran Türkler, uçakların muharebe sahasında neler yapabileceğini erkenden keşfetmeye başlamışlardı.
Maalesef 1914 ile 1918 arasında Almanya’ya teslim edilen Osmanlı Hava Gücü kötü bir dönem geçirmiştir. Fakat Mustafa Kemal ve arkadaşları 1911’den sonra 11 yıl süren savaşların her aşamasında, her cephesinde uçakların etkisini ve başarıya katkısını yaşayarak görmüşlerdir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları havacılık endüstrisi için atılım dönemini olarak anılmaktadır. Atatürk’ün vefatı sonrası, 1940’ten sonra Türk havacılığı inişe geçmiş, Nuri Demirağ’ın daha Türk Hava Kurumu’nun ürettiği uçaklara devlet sipariş vermeyerek, adeta önlerini keserek batışlarına sebep olmuştur. ABD ile geliştirilen ilişkiler, Marshall yardımları ve NATO’ya girişle birlikte Türk havacılığı, endüstrisi yok olmuştur.
Osmanlı döneminde havacılıkla tanışan Türkler, genç Türkiye Cumhuriyeti döneminde Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu vizyonla çok yönlü olarak hızla gelişmeye başladı. Uçak fabrikaları, uçak motor üretim tesisleri, uçuş okulları, halka havacılık sevgisini aşılayıp, hava kuvvetlerine kaynak sağlamak ve yeni kabiliyetler keşfetmek üzere Türk Tayyare Cemiyeti de 1925’de Atatürk tarafından ülkenin hizmetine sokuldu. Atatürk o meşhur; “İstikbal Göklerdedir” sözünü de Türk Tayyare Cemiyeti’nin (Türk Hava Kurumu) kuruluşu vesilesiyle tarihe not düştü.
Türkiye, Atatürk’ün sağlığında havacılıkta gelişmiş ülkelerle boy ölçüşecek şekilde adımlar atmaya başladı. Endüstrinin her tarafında ilgili kurum ve kuruluşlar açıldı. Türk Hava Yolları ve Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nin temelleri de 1933’de atıldı. Atatürk, güçlü bir hava gücüne sahip olmayı, havacılığı Türk halkına mal ederek sahiplenilmesini ve milli hava harp sanayii kurulmasını hedeflemişti. Bunun içinde gerekli yasal düzenlemeleri yapıp, ilgili kurumları hizmete sokmuştu. Bu 3 hedefe bugün ne kadar yaklaştığımız, geçmiş yıllarda nerelerde, neden kopukluk yaşadığımızın iyi analiz edilmesi gerekir.
Halen daha 1940’taki zihniyeti ne kadar aşabildiğimiz tartışılabilir. Aşırı devletçilik ve kamu mantığı, ya da kamudaki kifayetsizlik, siyasi etki, liyakate gereken önemi verememek günümüzde de geçerli. Nuri Demirağ’ın uçak üretirken yaşadıkları, Vecihi Hürkuş’un Türkiye’de sertifika verilmediği veya alamadığı için yurtdışına götürmek zorunda kaldığı uçağının başına gelen hadiselerin benzerleri aslında günümüzde yaşanıyor.
Şu an bir müteşebbis 4 kişilik sivil ve askeri kullanıma uygun özel bir uçak geliştirip, üretmiş olsa bu uçağına sertifika verecek bir kurumumuz maalesef yok. Vecihi Hürkuş gibi uçağını yurtdışını götürmek zorunda. Bu anlamda fırsat eşitliği sıkıntılı, maddi ve insan kaynağı olarak ülke imkanlarının iyi değerlendirildiğini söylemek de zor. Ama artık hamasetten bunları konuşmaya zaman bulamıyoruz.
Evet, son yıllarda önemli gelişmeler kaydettik, fakat Türk Silahlı Kuvvetlerinde kullanılan teçhizatın milli ve yerlilik oranının yüzde 20 seviyesinde olduğunu da unutmayalım. Bir komutanımızın bu önemli uyarısı üzerinde düşünmemiz lazım. Günümüzde savunma sanayimizin geliştirip, ürettiği ürünlerde yerlilik oranı yüzde 75-80. Yani bir uçak, gemi, füze, herhangi bir silah üretirken yerlilik oranı bu düzeye gelmiş. Bazı ürünlerde yüzde 100, bazılarında yüzde 50, toplamda yüzde 70-80 seviyesine ulaşmış durumdayız. Mühendisliği epeyce aşmışız, kritik nokta olarak malzeme bilimi karşımıza çıkmış durumda. Artık iyi fizikçiler, kimyacılar, biyoloji uzmanları, matematikçiler lazım. Ülke olarak savunma sanayinin her alanında önemli bir kırılma aşamasına gelmiş durumdayız.
Sabırla, çok çalışarak, liyakate, fırsat eşitliğine, hakkaniyete önem vererek, özel sektör kabiliyetlerini ihmal etmeyerek, kamu kontrolündeki projelerde kaynak israfı yapmayarak hedefe ulaşabiliriz. Zaman Atatürk’ü bir kez daha haklı çıkardı. Bölgemizde yaşananlar, güçlü olan ülkelerin konumları ve “İstikbal Göklerdedir” ibaresini beraber düşündüğümüzde ülke olarak hamaset yapmadan daha çok çalışmamız gerektiği gerçeği ortaya çıkıyor.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.