Geçen haftaki yazımda sizlere Salt Lake City’den Yellowstone’a kadar olan yolculuğumuzu anlatmıştım. Bugün Park içerisinde geçirdiğimiz ilk günü anlatacağım.
Canyon Village’da konakladığımız tesisten sabah 8:30’da ayrıldık. Yola çıkmadan lobide internete girebildik. Bir gece evvel lobinin her yanını işgal etmiş olan Çinli çocuklar nedeniyle çok zorlandığımız internet erişimi, onlar daha uykuda olduğundan olacak bu kez daha kolay oldu. Hatta eşim annesiyle WhatsApp üzerinden görüntülü konuşabildi.
Kahvaltıdan sonra, milli parktaki iki çember oluşturan yollardan güneyde olanına, saat istikameti yönünde girdik. Bu çemberin ilk bölümünü bir akşam önce, yemeğe gitmek için kullanmış ama her yeri görememiştik. Bir akşam önce yemek yediğimiz otelin önünde durup, Park’taki en büyük gölün sahilinde dolaştık, fotoğraf çektik. Gölün adı da Yellowstone Gölü’ydü. Gölün karşı sahilinde karlı dağlar dikkat çekiyordu.
Hava 8-10 derece civarında olduğundan ve zaman zaman rüzgar çıktığından dışarıda fazla barınamadık. Biraz ısınmak için hemen yakındaki bir ‘General Store’a girdik. Bu tür mağazalar Amerika’nın batısı yerleşime açıldığında kurulmaya başlanmış. Göçmenlerin ve yerlilerin ihtiyaçlarını karşıladıkları yerlermiş. Şimdi ise, hediyelik eşya, basit yiyecekler ve içecekler, çevrede giyilmeye uygun kıyafetler ve alet edevat satıyorlar.
Sıcak bir şeyler içip dükkanda satılan ürünlere de biraz göz atıp yola devam ettik. Hedefimiz, püskürme saatleri oldukça belirli ve günde 17-18 kez püskürdüğünden turistlerin en çok ziyaret ettiği gayzer olan ‘Old Faithful’du.
Gayzerin olduğu yere yaklaştığımızda ortalığın ana baba günü olduğunu gördük. Arabayı park etmek için epey dolandık. Sonra kendimizi, içerisinde kafeterya olan bir büyük binaya attık. Ön tarafındaki pencerelerden gayzer panoramik olarak görünüyordu. Püskürme zamanına bir saatten fazla olduğunu öğrenince kuyruğa girip yemek aldık.
Gayzerin püskürme zamanı gelince dışarı çıkıp suyun püskürmesini izledik. Ancak, bizleri çok fazla etkilemedi. 27 yıl önce gördüğümüzde Old Faithful daha tazyikli bir şekilde ve çok daha yükseğe fışkırıyordu. Sonradan okuduğuma göre bir kraterin içerisinde olduğumuzdan zemin normalden daha hareketliymiş. O nedenle yüzeye ulaşan sularda da zaman zaman değişiklikler olabiliyormuş.
Gayzerin arkasındaki alanda, başka küçük gayzerler ve su kaynakları da vardı. Buradaki gayzerlerin patlama süreleri daha belirsiz (iki ila beş gün gibi), ama oluşturdukları su sütunları daha etkileyiciymiş.
Bölgede başka ilginç su kaynakları da var. Bazıları turkuaz renkli derin gölcükler meydana getirmiş. Bazılarının etrafında bakteriler ve mineraller yüzünden değişik renkli tabakalar ve akıntılar oluşmuş.
Bu bölgede 7-8 mil yürüyüp değişik kaynaklar ve gayzerler görmek olası, ama hem zaman darlığı, hem de şiddetli soğuk nedeniyle biz aracımıza geri dönüp yola devam ettik.
Bir sonraki durak ‘Biscuit Basin’di. Soğuk ve dondurucu rüzgar nedeniyle ben ve bacanağım dışında arabadan çıkan olmadı. Yine çok ilginç göletler fotoğrafladık. Safir Göleti bunlardan biriydi. Sanki dibi arzın merkezine kadar uzanıyor hissi veriyordu. Arabadan çıkmayanlar bence epey şey kaybetti.
Daha sonraki durak ‘Midway Gayser Basin’ oldu. Burada üç ilginç göl var. En ilginci Prizmatik Göl. Göl deyince bunların çapı 50-100 metreyi geçmiyor. Yeraltından sıcak sularla beslendiklerinden üzerlerinde buhar hiç eksik olmuyor. Prizmatik’te, yeraltından çıkan sular yine değişik renklerde bakterilerin üremesine ve bir renk cümbüşü oluşmasına neden olmuş. Buharın rüzgarla yaptığı oyunlar nedeniyle, bazen suyun derin olduğu yerlerde mavi renkli bir bölüm krater gibi gözüküp kayboluyor. Diğer sığ bölümler ise ağırlıklı bakır renginde.
Yola devam ederek güney çemberi üzerindeki bazı akarsular ve şelaleleri de gördükten sonra turumuzu tamamladık ve otelin yakınındaki, bir evvelki seyahatimizden anımsadığım, etkileyici Yellowstone Kanyonu’na geldik.
Akşam saat 19:00 olmak üzereydi. Neyse ki 20 Haziran yılın en uzun günlerinden biriydi. Ancak ısı sıfır derece ve kar serpiştiriyordu. Burada da iki etkileyici şelale derin bir kanyondan akan bir nehrin üzerinde muhteşem bir manzara oluşturuyor. Bunlara Yukarı Şelale ve Aşağı Şelale adı veriliyor.
Yukarı şelaleyi fotoğraflayacak bir yerde durduk. Aşağı şelale de görünüyordu ama onu daha iyi görüntüleyebilmek için kanyonun tabanına inmek gerekiyordu. Nitekim daha önce buralara geldiğimizde dik bir merdivenden yüzlerce basamak aşağı inmiştik. Ama bu kez herkes çok yorgun, vakit de geçti. İnip çıkmak da iki saate yakın sürebilirdi. Ayrıca şiddetli soğuk ve rüzgar da vardı. O nedenle kanyonun bir kaç fotoğrafını çekip restorana gitmeye karar verdik.
O gün on saatten fazla dolaşmış olduğumuzdan herkes yorgundu. Ayrıca kıyafetlerimiz de uygun olmadığından hiç beklemediğimiz soğuk hava bizleri oldukça olumsuz etkilemişti.
Ben yemekte ısınmak için önce küçük porsiyon mercimek çorbası içtim, sonra da ana yemek olarak bizon ve geyik sosisi yedim. Bizon sosisi bol baharatlı ve biberliydi. Geyik sosisi çok daha iyiydi. Bir gün bir yerde menüde görürseniz denemenizi tavsiye ederim.
Restorandan çıktığımızda bir miktar kar yağmıştı. Arabanın üstünde, yerlerde ve çatılarda beyaz bir örtü vardı. Otelimize geri döndük. Lobide adım atılacak yer yoktu. Uzakdoğulu, ağırlıklı olarak Çinli çocuklar yine her yanı işgal etmiş internete girmeye çalışıyordu. Odamıza çıktık ve dinlenmeye çekildik. Zorlu ama çok keyifli bir günü arkamızda bırakmıştık.
(Son bölüm haftaya)
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.