Hatta hemen ekleyeyim, babası Feyzullah Bey daha 9 yaşındayken ben Brighton & Hove Albion tribünlerindeydim.
Türkiye’de Brighton & Albion futbol kulübünün adı 2017’de İngiliz Premier Ligi’ne yükseldikten sonra duyulmaya başlandı. Son günlerde ise Türk milli takımı ve Fenerbahçe’nin başarılı oyuncusu Ferdi Kadıoğlu’nun transferi ile yeniden gündemde. Halbuki 24 Haziran 1901’de kurulan Brighton & Hove Albion (bundan sonra Brighton olarak değineceğim) Türkiye’nin köklü kulüplerinden daha eski bir geçmişe sahip.
Brighton uzun geçmişine rağmen 1987 yılına kadar alt liglerde mücadele etmiş ve pek de başarılı olamamıştır. 1979’da ise ilk defa o günkü adıyla 1.Lig, şimdiki adıyla Premier Lig’e yükselme başarısını göstermiştir.
Benim Brighton ile tanışmam da 1979’da 1.Lig’e çıktığı yıl oldu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden mezun olmuştum. Yurtdışında lisansüstü eğitim yapabilmek için de pek çok üniversiteye başvurmuştum. Başvurularımdan biri de İngiltere’de Yöneylem Araştırması’nda en iyiler arasında olan Sussex Üniversitesi (University of Sussex) idi. Bana başvuru aşamasında değerlendirmede kullanmak için bir de sınav yollamışlardı. Sorulardan en zorlu olanı da bir futbol liginde yapılmış olan bir dizi karşılaşma sonucunda bir takımın sıralamasının ne olacağı üzerineydi ve oldukça zorlu bir problemi çözmek gerekiyordu. Doğru çözümü bulmak beni epey uğraştırmıştı. Bir lisansüstü bölümünün giriş sınavında futbolla ilgili zorlu bir soru gelmesi biraz da garibime gitmişti.
Sonuçta Sussex Üniversitesi’ne kabul edildim. Aynı bölümden kabul mektubu alan sınıf arkadaşım, şimdiki eşim ile birlikte Eylül’ün ikinci yarısında İngiltere’nin yolunu tuttuk.
Sussex Üniversitesi’nin kampüsü İngiltere’nin güney sahillerinde bulunan Brighton kentinin biraz doğusundaydı. Brighton’dan banliyö treni ile iki istasyon daha gitmek gerekiyordu. İstasyonun adı da Falmer idi.
Bölüm başkanımız Profesör Patrick Rivett idi. Britanya’da Yöneylem Araştırması biliminin kurucusu da olan Prof. Rivett’in futbola olan merakını 12 ay süren lisansüstü programının sonlarına doğru kendisinin bizden bir talebiyle öğrendik. Yönetim kurulu üyesi olduğu Brighton futbol kulübü İngiltere 1.Ligi’ne yükselmişti. Prof. Rivett de Ağustos’ta başlayacak olan yeni futbol sezonunda tüm bölüm öğrencilerinin maçlara gitmesini istiyordu. Mutlaka gidilecek ve tezahürat da yapılacaktı. Böylelikle lisansüstü giriş sınavındaki futbol sorusunun esrarı da çözülmüş oldu.
On aydır Brighton’da bulunmama rağmen kentin bir futbol kulübü olduğunu duymamıştım. Yoğun bir eğitim programı içerisinde neredeyse başımızı hiç kaldırmadan ders çalışmıştık. Tam bitirme tezinin son aşamasında cumartesileri maça gitme işi bana biraz angarya gibi gelmişti. Ama tezimizi kabul edecek olan bölüm başkanının talebini göz ardı edemezdik. Biraz emirin demiri kesmesi durumu yani… Öte yandan da İngiltere’den ayrılmadan bir iki futbol maçı izleme olanağını bulmak güzel bir şey tabii.
Ağustos ayında başlayan sezonun ilk haftasında Brighton’un kendi sahasında Arsenal ile oynayacağı haberini sınıf arkadaşlarımızdan duyduk. Maçın oynanacağı stadyum şehrin hemen batısında yer alan ve zamanla Brighton’la birleşmiş olan Hove kasabasındaydı.
Maç günü nişanlımla birlikte Falmer’dan trenle Brighton istasyonuna gittik. Oradan da Hove yönüne giden başka bir yerel trene bindik. Bir istasyon sonra tren Brighton’un 1902’den beri tüm maçlarını oynadığı Goldstone Ground’un yanında, sadece futbol maçlarının olduğu günler kullanılan bir istasyonda durdu. Trenimizde de sadece maça gelen seyirciler vardı.
Biletimizi alıp stadyuma girdik. Bulunduğumuz tribünde ağırlıklı olarak bizim bölümden olmak üzere Sussex Üniversitesi’nden öğrenciler ve Brighton’un işçi sınıfından olduğu anlaşılan tutkulu taraftarlar vardı.
Tam karşımızda ise numaralı tribün yer alıyordu. Oraya satınalma gücü daha yüksek olan taraftarlar yerleşmişti. Numaralı tribünün tam ortasında ise şeref tribünü yer alıyordu. Dikkatli bakıldığında Prof. Rivett’i seçmek de mümkündü. O da elinde bir dürbünle bizlere bakıyordu. Bu durumda maçı oturarak sakin sakin seyretmek yeterli olmayacak, aynı zamanda tezahürat da yapacaktık.
Yakın çevremizde üniversitemizin başka bölümlerinde okuyan bazı Türkler de vardı. Kale arkası tribünlerden biri ise Arsenal taraftarına ayrılmıştı. Onlar da Londra’dan özel birkaç katar ile doğrudan stadyumun yanındaki istasyona gelmişler, onlara ayrılan özel bir peronda trenden inmişler ve polis kordonu altında stadyuma alınmışlardı. Oldukça da kalabalıktılar. Deplasmanda olmalarına rağmen ciddi tezahürat yapıyorlardı.
O yıllarda holiganlık Britanya’da zirve yapmıştı. Hatta bir keresinde Londra’da Wembley Stadyumu’nda oynanacak İngiltere-İskoçya maçı için gece trenleriyle Glasgow’dan gelen İskoç taraftarlardan biri, bulunduğu tren sabah Londra’ya vardığında vagonların birinde bıçaklanarak öldürülmüş olarak bulunmuştu. Tabii bu olaylarda aşırı alkol alımının da etkisi büyüktü.
Maç başladı. Prof. Rivett’in dürbünle izlediği bizler de Arsenal taraftarlarını bastırmak için tezahürata başladık. Brighton’un ambleminde bir martı var ve takımın takma adı da Martılar (Seagulls). Tıpkı bizde Beşiktaş’ın Kara Kartal veya Fenerbahçe’nin Sarı Kanarya olması gibi. Brighton’un has taraftarı ‘Seaguuulls!’ diye bağırdığından biz de aynı şekilde tezahürat yapmaya başladık.
Ancak, bir süre sonra Türk seyirci tezahüratın İngilizler’e bırakılmayacak kadar ciddi bir şey olduğunu düşünerek kontrolü ele aldı. Trabzonlu bir Türk seyirci amigoluğa soyundu ve biraz sonra Türkiye’deki gibi tezahürat yapmaya başladık. ‘Sea-gulls/şak şak şak, Sea-gulls/ şak şak şak!’ Yeni tezahüratı bir süre biraz afallayararak izleyen Brighton’un necip İngiliz taraftarı hızla duruma ayak uydurdu ve biraz sonra tüm tribün bir Türk amigonun yönetiminde ‘ Sea-gulls’ diye bağırıp elleriyle üç kez alkış tutmaya başladı. Sanki İstanbul Mithatpaşa Stadyumu’ndaydık. Herhalde karşı şeref tribününde olup biteni dürbünle izleyen Prof. Rivett Pazartesi okula gidene kadar bu tezahürat değişikliğinin nedenini anlayamamıştır.
Arsenal çok iyi bir takımdı ve Brighton’dan kat kat güçlüydü. Arsenal’in iki yıldız oyuncusu Frank Stapleton ve Alan Sunderland’ın ikişer golüyle maç 4-0 sonuçlandı. Bizim verdiğimiz destek bir işe yaramamıştı.
Ben ve nişanlım da maç bitiminde herkes gibi tekrar trene binmek üzere tribünden aşağı indik ve kalabalık bir grupla 100 metre kadar ötedeki istasyona doğru yürümeye başladık. Aynı anda Arsenal taraftarı da polis kordonu içerisinde tel örgülerle çevrili bir perona yanaşmış olan Londra trenine doğru bağıra çağıra yürüyordu.
Fakat bir anda ortalık karıştı. Alkolün de etkisinde olan Arsenal taraftarı polis kordonunu yarıp Brighton taraftarına doğru koşmaya başladı. Durumu kontrol altına almak için atlı polisler devreye girince birden ezilme riski ortaya çıktı. Herkes aynı yöne koşuyor, atlı polisler de arkadan geliyordu. Polislerin siyah atları da dev gibiydi.
Stadyumla istasyon arasındaki boşlukta tek bir ağaç vardı. Kendimizi derhal o ağacın arkasına atarak ezilmekten kurulduk. Ortalık sakinleştikten sonra da kendimizi Brighton trenine attık. Mezun olduğumuzdan ve Türkiye’ye döneceğimizden iki hafta sonraki maça gitmek olanağımız olmadı. Aktif Brighton taraftarlığım da böylece oldukça kısa sürdü.
Brighton bu kötü başlangıca rağmen o yıl 1.Lig’de kaldı. Ancak 1982’te yeniden küme düştü. 3.Lig’e kadar düşen Brighton mali durumunun bozulması nedeniyle 1996’da Goldstone Ground’u satmak zorunda kaldı.
Maçlarını bir süre Brighton dışında oynamak zorunda kalan kulüp 34 yıl sonra 2017’de eski adı 1.Lig, yeni adıyla Premier League’e yeniden yükseldi. Geçen yıl ise ligi altıncı olarak bitirerek en başarılı sezonunu geçirdi. Bu yıl UEFA Avrupa liginde mücadele edecek ve tarihinde ilk kez resmi bir maçta Türk takımlarının da rakibi olabilecek.
Martılar 2011 yılında yeni stadyumlarına da kavuştular. Yeni stadyumun adı Falmer Stadyumu… 31,876 kapasiteli bu stadyum, sponsorları nedeniyle American Express Community Stadium, ya da The Amex olarak da anılıyor. Yeri, zamanında okumuş olduğum Sussex Üniversitesi’nin hemen karşısında Falmer tren istasyonunun yanında.
Kulübün büyük hissesi İngiliz iş insanı Tony Bloom’a ait. Bilmeyenler için son bir not. Brighton’un sahibi Tony Bloom İzmir’in tarihi kulübü Göztepe’nin de %100 hissesini 2022’de satın almıştı.
Bu vesileyle Ferdi Kadıoğlu’na Brighton’da başarılar dilerim. Yolu açık olsun. Olur da tribünlerde hala taraftar zaman zaman ‘Seagulls şak şak şak’ diye tezahürat yapıyorsa da hiç şaşırmasın, kendini evinde, Fenerbahçe stadyumunda gibi hissetsin.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.