Askeri havacılıkta son yıllarda önemli değişiklikler olmaya başladı. Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail’in Ortadoğu’daki saldırganlığı bu değişimleri daha da hızlandırdı. Önce bu etmenleri kısaca değerlendirelim.
Rusya Federasyonu 600 civarında savaş uçağı ile Avrupa’nın en fazla uçağa sahip ülkesi. Ukrayna’nın avcı bombardıman uçağı sayısı ise çok kısıtlı. Elindeki Rus yapımı uçakları ise yedek parça konusunda Rusya’ya bağımlılığı nedeniyle epey önce büyük oranda uçuramaz hale geldi. Eski Doğu Bloku ülkelerinin ellerindeki Rus yapımı uçakları ve yedek parça stokunu Ukrayna’ya devretmeleri bu ufak hava gücünün ancak çok kısıtlı operasyonlar yapmasına olanak veriyor. NATO ülkelerinin bazı eski jenerasyon F16’ları Ukrayna’ya aktarması da savaşın akışında pek rol oynamayacak gibi görülüyor.
Rusya’nın savaşın hemen başında Ukrayna hava sahasında tartışmasız bir hava hakimiyeti kurması bekleniyordu. Ancak, sonuç hiç de beklendiği gibi olmadı. Türkiye’nin sağladığı SİHA’larla Ukrayna ilk kara saldırılarını başarıyla püskürttü. Ayrıca Batı’dan aldığı gelişmiş hava savunma silahlarıyla Rus uçaklarının Ukrayna üzerinde hakimiyet kurmasını engelledi.
Rusya’nın havada tekrar etkinlik kazanması ve Ukrayna’nın başta enerji olmak üzere alt yapısına öldürücü darbeler vurması, İran’dan aldığı Shahed (Şehit) intihar SİHA’larının büyük boyutlarda kullanıma sokulmasıyla oldu.
Ancak Rusya bugün bile hala Ukrayna hava sahası üzerinde savaş uçaklarıyla harekat yapamıyor. Rus hava sahası içerisinde kalarak kanatçıkları olan, süzülme özellikleri sayesinde uzak mesafelerden atılabilen bombalar kullanıyorlar. Ayrıca yerden yere füzelerle ve Shahed SİHA’larıyla bu saldırıları destekliyorlar. Buna rağmen Ukrayna, elinde yeterince mühimmat olduğu sürece bu saldırıları büyük oranda engelleyebiliyor. Öte yandan her iki ülke de, cephe hattında fiilen savaşan askerler tarafından kullanılan küçük SİHA’larla karşı tarafa ağır kayıplar verdiriyor. Savaş hem havada hem karada artık bir mühimmat, asker lojistiği yarışmasına dönüşmüş durumda.
Ortadoğu’nun tartışmasız en güçlü hava kuvvetine sahip olan İsrail bile İran’a yaptığı son saldırıda çok dikkatli davranmak zorunda kaldı. Bugünün radarları karşısında büyük oranda görünmezliğini koruyan beşinci nesil F-35 filolarıyla, önce İran’ın uçaksavar sistemlerini susturup, daha sonra İran hava sahasına girmeden, Irak üzerindeyken füzelerini ateşleyen F18 ve F16’larla İran’daki stratejik hedefleri bombaladı. Yani, dördüncü nesil uçaklarla İran hava sahasına yaklaşmaya cesaret edemedi.
Yukarıda değindiğim her iki savaşta da, gelişmiş, çok katmanlı, elektronik muharebe teknolojisi ile donatılmış hava savunma sistemlerinin hava kuvvetlerine karşı son derece etkili olduğu ortaya çıktı.
Tarihsel olarak, saldırı silahlarıyla savunma donanımı, hep birbiriyle rekabet içerisinde olmuştur. Örneğin, geçmişte iyi tasarlanmış, konumlandırılmış ve savunulması kolay olan kaleler hücum eden güçlere karşı uzun süre daha etkin olmuştu. İstanbul’u kuşattığında, Fatih Sultan Mehmet’in surlara karşı ilk kez kullandığı büyük toplar ise bu tür savunma sistemlerinin etkinliğini hızla azaltmıştı. Buna karşılık, Birinci Dünya Savaşı esnasında siper savaşlarının yaygınlaşması, savunma yapan orduları tekrar avantajlı konuma getirdi. İkinci Dünya Savaşı esnasında süvari kuvvetlerinin tank taburlarına dönüşmesi ise dengeyi yeniden hücum eden tarafa avantaj sağlayacak şekilde değiştirdi. Almanya bu yeniliği etkin olarak kullanarak savaşlarda hücum eden tarafın üstünlük sağladığı bir dönemi yeniden başlattı.
Ancak günümüzde, gerek hücum eden gerekse savunmadaki tarafların uzun menzilli silahları etkin bir şekilde kullanmaya başlaması, olaya yeni bir boyut kazandırmış durumda. Aslında uzaktan düşmana zarar vermenin ilk uygulayıcıları da Almanlar. İkinci Dünya Savaşı esnasında Birleşik Krallığa V2 füzeleriyle saldırmışlar. Ama bu tür silahların yaygın ve karşılıklı kullanımını ilk kez Ukrayna Rusya savaşında görüyoruz.
Savaş uçakları ile hava savunma sistemleri arasındaki rekabete geri dönersek, halen devam etmekte olan Ukrayna-Rusya ve İsrail-Ortadoğu savaşları (Ortadoğu diyorum zira İsrail artık Ortadoğu’da her yere saldırıyor), ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri tarafından dikkatle izleniyor. Zira, Çin ile ortaya çıkabilecek konvansiyonel bir savaşta, ABD, Japonya veya NATO ortak gücünün hava üstünlüğü kurarak çatışmaların gidişatını lehlerine çevirme olasılığı artık oldukça düşük. Çin’in çok katmanlı savunma sistemlerini çökerterek hava sahalarını rahatça kullanmaları olanaklı olmayacak gibi görünüyor. ABD, Tayvan nedeniyle çıkabilecek bir çatışmada, artık Çin hava savunma sistemlerini elektronik sistemlerle ancak kısa süreler için çökertebileceğini, bu zaman zarfında Çin hava sahasına girerek bazı hedefleri yok edebileceğini veya uzaktan füzelerle vurabileceğini değerlendiriyor.
Ukrayna-Rusya savaşının bir başka not edilmesi gereken özelliği, Ukrayna’nın kendi geliştirdiği füzelerle zaman zaman Rusya’nın Ukrayna’ya 600 km mesafedeki hava üslerindeki uçakları yok edebilmesi. Bu, ABD için Pasifik’te çıkabilecek bir savaşta tam bir kabus durumu. Nedenine gelince… ABD filoları Pasifik’te ağırlıklı olarak Guam ve Okinawa’daki hava üslerinde konuşlanmış durumda. Ayrıca uçakların güvertesinde toplu halde bulunduğu uçak gemileri var. Yani elektronik savaş yöntemlerini etkin bir şekilde kullanacak Çin’in, birkaç saldırıyla ABD’nin Pasifik’teki hava gücüne daha uçaklar havalanamadan önemli oranda kayıp verdirmesi mümkün. Üstelik Çin’in füzeleri Ukrayna’nınkilerden farklı olarak 600 km’nin çok ötesinde menzillere sahip.
Aynı durum Avrupa’da konuşlanmış NATO ülkelerinin kuvvetleri için de geçerli; zira gerek ABD yapımı, gerekse Eurofighter, Rafale gibi Avrupa yapımı savaş uçakları, ancak belli bir altyapının olduğu hava üslerinden operasyon yapma yeteneğine sahip. Bunun tek istisnası İsveç’in Saab-Gripen uçakları. Bunlar ormanlar ve vadilerde saklanıp, karayollarından havalanabiliyor ve sortie’ler arasında yapılan yakıt ikmalleri ve bakımları için üç kişi yetebiliyor.
Batı dünyasında, soğuk savaş sonrası savunma harcamalarının düşmesi, bu kaynakların halkın refahı için harcanmasına olanak vermişti. Şimdi ise, bütçelerde bu refah artırıcı harcamalardan kesinti yapılması ve yeniden savunma harcamalarına kaynak ayırılması gerekiyor. Rusya baskısını yakından hisseden, Baltık ve İskandinav ülkeleriyle Polonya dışındaki Avrupa ülkelerinin halkları ve politikacıları için refahtan feragat ederek Rusya’ya karşı silahlanmak hala öncelikli değil. Ancak tüm AB ülkelerinin ve Birleşik Krallık’ın savunma sistemlerini güçlendirmek için hızla bir şeyler yapması da gerekiyor.
Avrupa’daki NATO ülkelerinin hava kuvvetlerindeki savaş uçağı adedinde, son 50 yılda çok ciddi düşüşler olmuş. Gelişen teknolojiler nedeniyle bugün kullanılmakta olan bir uçağın geçmişte çok daha fazla uçakla başarılabilen operasyonları gerçekleştirebildiğini bilsek de, bu yine de çok radikal bir düşüş. ABD’nin elindeki savaş uçağı sayısı ise 1990’ların sonunda 4300 civarındayken günümüzde 1400 civarına inmiş ve bu sayı konunun uzmanlarına göre ABD’nin küresel jandarmalık görevi için gereken uçak adedinin çok altında. Bir başka radikal düşüş Türk Hava Kuvvetleri’nde. Ambargolar nedeniyle 2012’den beri Türk Hava Kuvvetleri filolarına hiçbir yeni savaş uçağı katılmamış. Yaşlı ve teknolojik olarak geri kalmış bir hava kuvvatimiz var.
NATO’nun kullanımındaki uçaklar içerisinde, ABD’nin ürettiği ve inanılmaz pahalı olan F-35’ler (donanımlı tek bir uçağın ortalama maliyeti 180 milyon USD, yaşam boyu bakım maliyeti ise tahminen 412 milyon USD) dışında güncel teknoloji diye tanımlayabileceğimiz beşinci nesil bir uçak üretimi halen yok. Bu konunun üzerinde çalışan tek ülke Türkiye. O da, başarılı olunabilirse, 2028’de seri üretime geçebilecek. 2040’lar içinse, Birleşik Krallık, Japonya ve İtalya altıncı nesil bir savaş uçağı geliştirmek üzere 13 Aralık 2024’te bir anlaşma imzaladılar. Beşinci nesil Chengdu J-20 savaş uçağını 2017’de operasyonel hale getiren Çin ise, altıncı nesil savaş uçağının ilk uçuşunu Aralık’ın ikinci yarısında gerçekleştirdi. ABD’nin altıncı nesil savaş uçağının operasyonel olması beklenen tarih ise 2030’ların ortaları. Yani Çin bu teknolojide ABD’nin epey ilerisinde.
F-35’in satın alma ve kullanım süresince harcanacak bakım maliyeti göz önüne alındığında, bu kadar pahalı çözümlerin, gelişen hava savunma sistemleri karşısında pek akılcı bir yol olmadığını söylemek mümkün. (Pahalı bir çözüm olması nedeniyle Yunanistan’ın da Mora yarımadasına konuşlandırmakta olduğu F-35’lerin harbe hazırlık eğitimlerini daha çok simulatörde yapacağını düşünüyorum.)
Faşizan yönleri gittikçe öne çıkmaya başlayan çağımızın deli dahisi, yeni Trump yönetiminde israfı azaltmakla görevlendirilen Elon Musk da, zaten bu duruma dikkat çekiyor. F-35’in son derece pahalı ve karmaşık olduğunu vurgulayan Musk, insanlı savaş uçaklarının çağ dışı olduğunu sadece pilotların ölümüne neden olacağını vurguluyor ve hava kuvvetlerinin SİHA’lara yönelmesinin daha doğru olacağını iddia ediyor.
ABD’de Elon Musk’ın bu düşüncesi aslında bir süredir gündemde. Nitekim, ABD hava kuvvetleri Nisan 2024’te bu düşüncenin öncüsü olarak kabul edilebilecek bir anlaşmaya imza attı. Bu anlaşmaya göre, ilk etapta 1000 adet feda edilebilir (attriatable) S/İHA tedarik edecek. Birim üretim maliyetinin 30 milyon USD civarında olması hedeflenen bu S/İHA’ların uçaklara yakıt ikmali yapmak, keşif yapmak, F-35 gibi insanlı savaş uçaklarına eşlik ederek havadan havaya füze taşımak gibi özellikleri olması bekleniyor. Radarlara karşı görünmezlik, güvenilir iletişim, uzun menzil gibi özellikler taşımaları da amaçlanıyor. Kara kuvvetlerinin cephede kullanımı için ise, bugün Ukrayna-Rusya savaşında gördüğümüz alçak irtifa kısa menzil özellikleri olan mini-SİHAlara önem verilmesi artık kaçınılmaz bir olgu.
Dünya genelinde modern hava kuvvetlerinin, havada komuta merkezi gibi kullanılan insanlı uçaklar ile S/İHA’lardan oluşan bir yapıya mı, yoksa tamamen S/İHA’lardan oluşan bir güce mi dönüşeceğini zaman gösterecek. Büyük bir olasılıkla, önce ilki sonra ikincisi gerçekleşecek.
Gelelim Türk Hava Kuvvetleri’ne. Hava gücümüzün şu anda etkinliğini ciddi şekilde kaybetmiş olduğu sanırım herkesin malumu. KAAN’ın bir an evvel devreye girmesi ve hızla beşinci nesil uçak yeteneklerine kavuşması bu nedenle son derece önemli. Yani, önümüzde en iyi ihtimalle bile 4-6 yıl havada zafiyetlerimizin olduğu bir dönem geçireceğiz. Satın almaya çalıştığımız F-16V ve Eurofighter Tranch 3 gibi 4+ nesil uçaklarla F-35A’ların red flag hava oyunlarında yaptıkları it dalaşlarında, F-35’lerin tek bir uçak kaybına karşı diğer modellerin 15-20 uçak kaybettikleri dikkate alındığında, durumun ciddiyeti daha fazla gözler önüne serilmekte.
Öte yandan günümüzde daha çok gözlem ve uçar tank görevi yapan SİHA’larımızın, başta yeni Gökçe ve Gözde gibi güdümlü füze sistemleri olmak üzere, kazandıkları yeteneklerle Elon Musk’ın tartışma ortamına getirdiği avcı uçağı yeteneklerini elde etme yolunda ilerleme kaydetmekte olması ümit verici.
KAAN’ın geliştirilmesi, seri üretimi ve yaşam boyu bakımının, F-35’ler kadar olmasa da, ciddi mali yükler getirmesi söz konusu olacağından, bu uçağın dış pazarlarda da alıcı bulması proje açısından yaşamsal öneme haiz. Bu konuda Azerbaycan, Katar, Pakistan, Malezya ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde pazarlama faaliyetlerine devam edilmesi ve kesin satışlara dönüştürmek için çaba gösterilmesi çok kritik. Tabii bir de motor, aviyonik, yapay zeka gibi konularda ortaya çıkacak dışa bağımlılığın azaltılması ve çeşitlendirilmesi, ileride dış güçlerin satışlara ambargo getirmesini engellemek açısından önem taşıyor. Ayrıca bu tür pahalı projelere bazı müttefiklerle ortak girmek teknoloji transferi ve maliyet paylaşımı açısından da kaçınılmaz.
Hava savunma sistemlerinde de Türkiye’nin büyük zafiyetleri var. Rusya’dan aldığımız S-400’lerin, miktar ve yetenek olarak, ancak Cumhurbaşkanlığı makamını Batı teknolojisi uçaklara karşı koruma kabiliyeti var. (Bu alımın FETÖ darbe girişimi sonrası gerçekleştiğine özellikle dikkat çekmek istiyorum) Politik baskılar nedeniyle, bu bataryaların adedini artıramadığımız gibi, olanları da depodan bile çıkaramıyoruz. Zaten Ukrayna Rusya savaşında da iyi bir performans gösteremediler.
Türkiye bir süredir alçak ve orta irtifa savunma sistemlerini kendi üretmeye başladı. Kısa menzilli olarak yerli üretim Hisar A+, Korkut ve Sungur sistemleri ve ABD yapımı Stinger’lar, yine yerli üretim orta menzilli Hisar-O+ füzeleri TSK envanterinde bulunuyor. Ancak uzun menzilli Siper hava savunma sistemi hala test aşamasında. Uzun menzilli savunma sistemlerinin geliştirilmesi oldukça zorlu bir süreci gerektiriyor. TSK’nın elindeki kısa ve orta menzilli sistemler, ülkenin büyüklüğü de göz önüne alındığında, halen çok yetersiz. Ayrıca mühimmat stokları da şimdilik ihtiyacı karşılayacak durumda değil. Uzun menzilli sistemleri ise, yukarıda değindiğim gibi, halen yok. Ayrıca geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan tüm bu sistemleri çok katmanlı bir hava savunma sistemine dönüştürecek entegre bir hava savunma ağının geliştirilmesine de yeni yeni başlandığı duyumlarını alıyoruz. Çelik Kubbe adı verilen bu projenin gerçekleşmesi de önem taşıyor. Türkiye ilginç bir şekilde Almanya’nın liderliğinde oluşturulan European Sky Shield Initiative’in (ESSI) de bir üyesi. Avrupa’da ortak bir hava savunma sistemi kurmayı amaçlayan bu projeyle, yerli Çelik Kubbe’nin birbirini tamamlayacak mı yoksa çıkar çatışmaları mı doğuracağını zaman gösterecek.
Son olarak, güçlü bir askeri güç, güçlü bir ekonomi olmadan olmaz. O nedenle kaynaklarımızı üretken olmayan işlerde harcamaktan vaz geçmeliyiz. Aynı şekilde çağdışı eğitim sistemleriyle de yeterli bilim adamı, araştırmacı yetiştiremeyiz. Yetişmiş uzmanların da yurtdışına gitmesini engelleyemeyiz.
Özetlersek, dünyada hava kuvvetleri ve hava savunma sistemleri ciddi bir dönüşümün arifesinde. Türkiye bu değişimin son vagonuna tutunmuş, kendini vagonun merdivenlerden tırmanarak trenin içerisine atma çabasında. Umarım başarılı oluruz.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.