
Bir zamanlar iş gereği Mısır’a pek çok seyahatim oluyordu. Ancak bir keresinde tatil amaçlı olarak da Mısır’a gitme fırsatı bulmuştum. O zamanlar havacılık konusunda danışmanlık yaptığım Coral Grubu’nun Mısır’daki şirketinin genel müdürü Yurtsever Bey bana bu seyahatin organizasyonunda çok yardımcı olmuştu. Kahire’de başlayıp daha sonra Ebu Simbel, Asuan, Luksor hattında Nil vadisini, ilk çağ Mısır medeniyetinin en önemli kentlerini ve yapılarını görmemi sağlayan bu gezi, Hurghada’da sona ermişti.
Ailemizden toplamda dört kişi olarak yaptığımız bu gezi yukarıda da belirttiğim gibi Kahire’den başladı. 2012’nin Mart sonu Nisan başını kapsayan bu seyahatin ilk günü doğal olarak Giza piramitleri ve Sfenks’in görülmesiyle başladı. Daha sonra Kahire’nin güney sınırlarının biraz dışında kalan Sakkara’daki piramiti gördük. Neredeyse 4700 yaşında olan bu ilginç yapı Mısır’daki piramitlerin öncüsü olarak kabul ediliyor.
Kahire’ye iş veya gezi amaçlı giden herkesin ziyaret ettiği piramitler ve Sfenks konusuna bu yazımda daha fazla değinmeyeceğim, zira yazımın asıl konusu İslami ve eski Kahire olacak. Yani ağırlıklı olarak Orta ve Yakınçağ Kahiresi. Yazımda bazen Eski Kahire, bazen de İslami Kahire’den bahsedeceğim. Gezimizin ikinci gününde Yurtsever Bey’in bizim için görevlendirdiği Ahmed rehberliğimizi yaptı ve bize gerçekten çok faydalı bilgiler aktardı, çok önemli yerleri gezdirdi. Eski Kahire, Babil Kalesi civarında Nil nehri kıyısında. Daha sonra Fustat adı verilmiş. Mısr Al-Qadima, ya da Kıpti Kahiresi olarak da anılıyor. İslami Kahire ise daha içerilerde ve Mukattam tepesinin üzerine kurulmuş olan Kahire Kalesi ve çevresine verilen isim. 12. yüzyılda kurulmuş olan kaleyi Selahaddin Eyyubi yaptırtmış olduğundan onun adıyla da anılıyor.

Eski Kahire’de ilk yapı M.S. 30’lu yıllarda Romalılar tarafından inşa edilen Babil Kalesiymiş. Ancak, M.Ö. 6. yüzyılda burada İranlıların da bir yerleşkesi olduğu biliniyormuş. Yine bu bölgede M.S. 3.-4. yüzyılda Hrıstiyanlığın en kadim mezheplerinden biri olan Kıptilik yayılmaya başlamış. Bugün hala ayakta olan Abu Serga Kilisesi’nin 5.yüzyıldan kalma olduğu tahmin ediliyormuş. 641 yılında ise Amr ibn Al-As komutasındaki Müslümanlar Mısır’ı, dolayısıyla Kahire’yi ele geçirmişler. Ancak bölge Kıptiler için önemini korumaya devam etmiş. Bu bağlamda bugün Mısır’da 8-10 milyon civarında Kıpti’nin yaşadığını, aldıkları iyi eğitim nedeniyle özellikle iş yaşamında ve siyasette önemli etkileri olduğunu da vurgulayayım. Benim de pek çok değerli Kıpti dostum oldu. Kıpti kelimesinin kökeni Yunanca’dan geliyor, Algyptos, yani Mısırlı kelimesinden türemiş. Kullandıkları dilin kökeni de firavunlar dönemi Mısır diliymiş.
Eski Kahire’de Yahudiler de yaşarmış. M.Ö. 6. yüzyıldaki Babil sürgünü esnasında bazı Yahudiler Mısır’a kaçmış. 1940’larda Mısır’da 70-80 bin Yahudi nüfus varmış. Ancak, İsrail’in kuruluşu sonrasında çıkan savaşlar ve gerginlikler nedeniyle Yahudilerin İsrail’e göç ettiği için, bugün nüfuslarının topu topu 5-10 civarında olduğu tahmin ediliyormuş. Bölgede hala 1-2 aktif sinagog var. Tabii artık cemaatleri yok ve daha çok müze/turistik mekan statüsündeler. İlk kez M.S. 641’de inşa edilen, sonra defalarca yenilenen, Mısır’ın ve Afrika’nın ilk camisi Amr ibn al-As camii de eski Kahire’de. Elbette günümüzde Kahire’de baskın kültür İslam. Bu da özellikle İslami Kahire’nin dokusunda ve mimarisinde hemen dikkati çekiyor.
Ahmed ile yaptığımız gezide, biz de önce Kahire Kalesi’ne gittik. Bir tepenin üzerinde olan bu kalede El-Nasır Muhammed Camii, Süleyman Paşa Camii (Kahire’deki ilk Osmanlı mimarisi örneği) Muhammed (Kavalalı Mehmet ) Ali Paşa Camii, Mehmet Ali Paşa’nın sarayı ve bazı askeri yapılar yer alıyor. Askeri yapılar ve saray müze olarak gezilebiliyormuş ama bizim maalesef vaktimiz olmadı. Kalede Eyyubi, Memlük ve Osmanlı döneminin izlerini görmek olası.

Daha sonra kalenin eteklerinde bulunan Sultan Hasan ve El-Rifai camilerini gezdik.

İslami Kahire’de gezerken ilgimi çeken pek çok şey oldu. Bunlardan ilki namaz kılınan mekanların aslında bir avlu olmasıydı. Ahmed’in anlattığına göre, ilk camiler hep böyle inşa edilmiş. İklim müsait olduğundan ve yağmur hemen hemen hiç yağmadığından, bu mimari tercih edilmiş. Sultan Hasan Camii’nde ise Memlükler kapalı alanla açık alanının bir dengesini kurmuşlar. Osmanlı mimarisiyle inşa edilen Mehmed Ali Paşa Camii (Alabaster/Kaymaktaş Camii adları da veriliyor) ve 19.-20. yüzyılda inşa edilen El-Rufai Camii’nde ise kapalı mekana geçilmiş.
Sultan Hasan Camii’nin en ilginç yanı ise, caminin namaz da kılınabilen açık alanının dört tarafında inşa edilmiş büyük eyvanlar. Bu eyvanlar dört Sünni mezhebe, yani Hanefiliğe, Şafiiliğe, Malikiliğe ve Hanbeliliğe ayrılmış. Memluk döneminde her mezhebin eşit ağırlığı olduğunu vurgulamak için bu tasarım tercih edilmiş.

1353-63 yılları arasında inşa edilmiş olan Sultan Hasan Camii’nin hemen yanında ise El-Rıfai Camii yer alıyor. 1869-1912 yılları arasında inşa edilmiş. Camiyi bu tarikata sempati duyan Mısır kraliyet ailesi yaptırmış. Arapça bilmeyen ve sadece Türkçe konuşan son Mısır kralı Faruk ve son İran Şahı Pehlevi’nin mezarları da bu caminin haziresindeymiş.
Anısına cami inşa edilen Ahmed Er-Rıfai 1118-1182 yılları arasında Irak’ta yaşamış ve Rufailik tarikatının kurucusuymuş. Bir sufi tarikatı olan Rufailik, Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu’da etkinmiş. O nedenle Er-Rıfai soyundan gelenlerin ve Rufai şeyhlerinin türbeleri de buradaymış. 1925’te çıkan ve tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlayan yasa nedeniyle Anadolu’da kaybolup gitmiş. İstanbul’da da bir zamanlar Rumelihisarı, Kasımpaşa ve Üsküdar’da Rufai tekkeleri varmış.
Ben Rufai kelimesini ilk defa çocukken babaannemden duymuştum, ama ne anlama geldiğini bilmezdim. Bir iş açıklanamaz bir şekilde ters gittiği zaman ‘bu işe Rufailer karıştı’ derdi. Bu deyim zikr törenlerinde uyguladıkları, tarikat dışındaki insanlar için anlaşılmaz ve garip ritüellerden kaynaklanıyor olmalı.
El-Rıfai Camii’ninde ilgimi çeken bir başka konuysa, camiye girerken ayakkabıların çıkarılmamasıydı. Ayakkabılara bir galoş geçirerek içeri girilebiliyordu. Bu sayede ayakkabı çalınması, yerden mantar kapma gibi risklerin ortadan kalktığı, yaşlılar için de kolaylık olduğu söylendi. Sünni ulemamıza değerlendirmeleri için hatırlatılır.
Bu arada, Kahire’nin İslamiyet açısından önemli mekanlarından birinin de El-Ehzer Üniversitesi olduğunu vurgulamalıyım. Bu medrese 975’de Fatimiler tarafından kurulmuş. Başlangıçta bir Şii (Fatımi) eğitim merkeziyken Selahattin Eyyubi döneminde Sünni eğitim merkezine dönüştürülmüş. İslami ilimler, Arapça, tefsir, hadis, fıkıh gibi konularda eğitim verilen bu üniversitede son yıllarda tıp, mühendislik gibi seküler dallarda da eğitim verilmeye başlanmış. Pek çok din bilgini tarafından Sünni İslam’ın en saygın dini otoritesi olduğu kabul ediliyor. Cami de beş minare ve geniş avlusuyla oldukça görkemli.
Tabii Kahire’de yukarıda da değindiğim gibi sinagoglar ve kiliseler de var. Biz dışarıdan da olsa Ben Ezra Sinagogu’nu görebildik. Daha sonra da Mar Giris Kilisesi’ni gezdik. Bu bina daha önce burada olan bir Roma burcu üzerine inşa edilmiş dairasel (rotunda) planı ile ayırt ediciymiş.

Bir sonraki durak ise Abu Serga Kilisesi oldu. Ancak kiliseye ulaşan dar yolda ve kilisenin içerisinde muazzam bir kalabalık vardı. Meğer biz Kahire’ye gelmeden önce Kıptiler’in papası III.Şenouda hakkın rahmetine kavuşmuşmuş ve merhumun naaşı en süslü kıyafetleri giydirilmiş olarak cemaatine veda ediyormuş. Bu vesileyle biz de dirisini görme olanağını bulamamış olduğumuz bu din adamının hiç olmazsa naaşını görmüş olduk.

Kıpti mahallesinin hemen yakınında Kahire’nin en önemli geleneksel pazarı olan Khan El-Halili var. 14.yüzyıldan beri faaliyet gösteriyormuş. Dar sokaklarında hemen hemen her şey satılıyor. Ben de bir t-shirt almıştım. Yerel halkın her türlü gereksinimini karşılayan bu çarşıya Batılı turistlerin de ilgisi büyük. Ancak biz Türkler açısından aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İstanbul’daki Mahmutpaşa veya İzmir’deki Kemeraltı bence çok daha kaliteli ve çeşitli ürün sunuyor. Bizim çarşılarla arasındaki en önemli fark satıcıların çok daha yapışkan olması.
Çarşıdan çıktıktan sonra Fransız ve İngiliz işgal dönemlerinin mimarisinin baskın olduğu mahallelere gittik. Fransızlar Mısır’da 1798-1801 arasında bulunmuşlar Napolyon Bonaparte dönemi… Amaçları İngiltere’nin Hindistan yolunu kapatmakmış. Bu dönem oldukça kısa olmasına rağmen etkisi büyük olmuş. Mısır’ın modernleşmesine etki etmiş.
1801’de Osmanlı-İngiliz ittifakı Fransızları Mısır’dan çıkartmış. Ancak 1882’de İngilizler Mısır’ı kalıcı olarak işgal etmiş. Fiili olarak Osmanlı egemenliği de sona ermiş. İngiliz hükümranlığı/etkisi değişik idari yapılar altında 1952’ye kadar sürmüş. Nasır’ın darbesiyle Mısır gerçek bağımsız bir ülke olmuş. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve hanedanlığı da aslında İngilizlerin etkisi altında Mısır’ı yönetmiş.
Mısır’ın Bella Epoque, yani güzel çağı olarak tanımlanan 1860’lar ile 1920’ler arasında, Süveyş Kanalı’nın açılması dolayısıyla yapılan törenlere hazırlık kapsamında, 1869’da Hidiv İsmail Paşa Hidiv Opera Binası’nı inşa ettirmiş. Açılışı Verdi’nin Rigoletto’suyla yapılan bu opera binasında oynanması için daha sonra Verdi Aida’yı da bestelemiş.
Opera binası bugün artık maalesef yok. 1971’de tamamen yanmış. Ancak önündeki meydanda Kavalalı’nın at üstünde bir heykeli hala duruyor. Yeni opera binası ise Nil üzerindeki bir ada (Arapça Cezire deniyor) üzerinde bulunuyor. Bu modern yapı Japonların hediyesiymiş.

Modern Kahire’nin kalbi Tahrir Meydanı olarak tanımlanabilir. Orijinal adı İsmail Meydanı (Midan İsmailia) iken Nasır ismini Tahrir (Özgürlük) olarak değiştirmiş. Bu meydan tarihte pek çok gösteriye sahne olmuş. En son 2012’de Arap Baharı ve 2013’te Mursi karşıtları ve yanlılarının yaptığı gösteriler burada olmuş. Biz 2012’de gittiğimizden meydan asker ve polis işgali altındaydı. Kısaca Tahrir tarihi ve 2012’deki haliyle bizim Taksim Meydanı’nı anımsatan bir yerdi. Şimdi Giza piramitleri ve Sfenks’in yakınlarında çok daha büyük bir mekana taşınan arkeoloji müzesi de bu meydandaydı. Müzeyi gezip Tahrir’den hemen uzaklaşmıştık.
Kahire’den son anlatacağım yer Cafe Richie. 1908 yılında açılan bu mekan, zengin bir Yunan-İtalyan ailesine aitmiş. Bella Epoque döneminin kozmopolit toplumuna hitap etmek amacıyla tasarlanmış. Mısır’ın o zamanki entelektüel yaşamının temsilcileri ve yüksek sosyetesi müdavimleriymiş. Nobel ödüllü edebiyatçı Necib Mahfuz, efsanevi şarkıcı Ümmü Gülsüm, gençlik yıllarında Cemal Abdül Nasır bizlerin de yakından tanıdığımız ziyaretçileri arasındaymış. Nasır’a iktidar yolunu açan darbe de burada planlanmış. Yolu Kahire’ye düşen ve o korkunç şehir trafiğinde gitmeye vakti olanlara şiddetle tavsiye edeceğim bir mekân. İnsanı bir an için adeta 20. yüzyılın ilk yarısı Kahiresi’nin entelektüel ortamına ışınlıyor. Nüfusu 25 milyon olarak tahmin edilen bu kentin kaotik ortamından da bu şekilde bir süreliğine de olsa sıyrılmış oluyorsunuz.


Yazımı sonlandırırken önerim, Kahire’ye turist olarak gideceklerin antik Mısır eserleri kadar Ortaçağ, Yeniçağ ve Yakın Çağ Kahire’sine de zaman ayırmaya çalışmaları. Bunun için iyi bir rehber önderliğinde tam bir gün ayırmak yeterli olacaktır.
Herkese her şeyin çok güzel olacağı bir 2026 diliyorum.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.













