Yazı ve fotoğraflar: Haber.aero
Müzeleri, duvarı, eskiyle modernin birlikteliği ve en çok da bölünmüşlüğün hüznü. Doğu ile batının hüzünlü şehri Berlin’i keşfe çıkacağız sizinle. Geniş caddeleri, kiliseleri ve oldukça rahat ulaşımıyla Berlin, farklı beklentileri olanları şaşırtacak birçok unsuru barındırıyor. Her köşesinde Anadolu’dan izlerinin yer aldığı bu eşsiz şehirde mutlaka keşfetmeniz gereken 15 yeri birlikte gezeceğiz.
Almanya’nın başkenti Berlin’e İstanbul’dan Türk Hava Yolları ve Pegasus ile ulaşmak mümkün. Ayrıca Frankfurt aktarmalı olarak Lufthansa ile de Berlin’e gidilebir.
Berlin, Spree nehrinin iki kıyısındaki balıkçı köylerinin birleşmesiyle 1307 yılında kurulmuş. 18. yüzyıla kadar adı pek duyulmayan şehir, Prusya’nın güçlenme süreciyle birlikte önemli hale gelmiş ve 1871 yılında kurulan Alman İmparatorluğu’na başkentlik yapmış.
1933 yılından itibaren Nazi Almanyası’nın da başkenti olan Berlin, 2. Dünya Savaşı’nda harabeye dönmüş ve müttefik devletler tarafından işgal edilmiş. Savaş öncesinde 4 milyonu aşkın kişinin yaşadığı şehrin bugünkü nüfusu ise yaklaşık 3.5 milyon.
Bölünmüşlüğün simgesi: Utanç Duvarı
2. Dünya Savaşı sonrasından Almanya ile birlikte Berlin de ikiye bölündü. Doğu Berlin, Demokratik Almanya’nın başkenti, Batı Berlin ise Federal Almanya’nın bir eyaleti oldu. Doğu Almanya Meclisi’nin kararıyla 13 Ağustos 1961’de inşa edilen ve “Utanç Duvarı” diye tanınan Berlin Duvarı, Almanya’nın bölünmüşlüğünün sembolü olarak tarihteki yerini aldı.
Doğu Alman vatandaşlarının Batı Almanya’ya kaçmalarını önlemek için yapılan 46 km’lik duvardan geriye kalanlar Berlin’deki ilk keşfedilecek noktamız. 9 Kasım 1989’da Doğu Almanya’nın, isteyenlerin Batı tarafına gidebileceğini açıklamasının ardından yıkılan duvarın bir kısmı sembolik olarak bırakılmış. Turistlerin gelip gördüğü ancak Almanlar için artık pek de bir şey ifade etmeyen bu duvar, sadece bir nostaljiden ibaret.
Denetim noktası: Checkpoint Charlie
Berlin’de savaşın ve bölünmüşlüğün pek çok izi var, bunlardan biri de kontrol noktası Checkpoint Charlie. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Berlin, Amerikan, Fransız, İngiliz ve Sovyet bölgesi olarak dörde bölünür. Checkpoint Charlie, işte bu bölünme sonrasında Amerikan askerleri tarafından kullanılır. Doğudan batıya, batıdan doğuya geçen insanlar askerler tarafından burada denetlenir.
Checkpoint Charlie, şimdi turistik amaçlı olarak kullanılıyor. Sembolik askerler ellerinde Amerikan bayrağıyla ücret karşılığında turistlerle fotoğraf çektiriyor. O dönemde kullanılan malzemeler de kontrol noktasında sergileniyor.
Kültürel meydan: Gendarmenmark
Berlin, Almanya’nın sadece siyasi değil, aynı zamanda kültürel başkenti olarak öne çıkıyor. Özellikle birleşmeden sonra Berlin, Avrupa’nın en geniş caddeleri ve görkemli yapılarına sahip, kültür, sanat ve bilim merkezlerinden biri oldu. Checkpoint Charli’ye yürüme mesafesinde olan Gendarmenmark bu görkemin en etkileyici dışavurumu.
Alman ve Fransız Katedrali ile konser salonuna ev sahipliği yapan meydan, 17. yüzyıl sonunda Johann Arnold Nering tarafından Linden-Markt adıyla oluşturulur. II. Dünya Savaşı sırasında meydandaki yapıların çoğu büyük hasar görür ya da yıkılır. Daha sonra eski durumlarına uygun şekilde restore edilen meydan simetrik yapısı ve iki yanındaki kubbeli kuleler dolayısıyla Roma’daki Popolo Meydanı’na benzetilir.
Gendarmenmarkt’ın güneyinde Alman Katedrali yer alıyor. Martin Grünberg tarafından beşgen olarak tasarlanan yapı, 1708 yılında Giovanni Simonetti tarafından inşa edilir. Ancak katedral, 1785 yılında kuleyi inşa eden Carl von Gontard tarafından değiştirilir. Katedral 1996 yılından bu yana Alman tarih müzesi olarak hizmet veriyor.
1701-1705 yılları arasında Huguenot cemaati tarafından inşa edilen Fransız Katedrali ise, Fransa’da yıkılan Huguenot Kilisesi Charenton-Saint-Maurice model alınarak tasarlanmış. Kulesi 1785’te yapıya eklenen katedralin içinde seyir terası, restoran ve bir müze yer alıyor.
Meydandaki en yeni yapı olan Konzerthaus Berlin, 1821 yılında Karl Friedrich Schinkel tarafından Schauspielhaus olarak inşa edilmiş. 1817 yılında çıkan yangında yıkılan Ulusal Tiyatro’nun kalıntıları üzerine yapılan binada eski yapının sütunları ve dış duvarlarını kullanmış.
Sanatın merkezi: Müze Adası
Barındırdığı 170’ten fazla müzeyle Berlin’i tarih ve sanat kokan bir şehir olarak adlandırmak yanlış olmaz. Özellikle kentin doğusunda yer alan Müze Adası, birçok müzeye ev sahipliği yapıyor. 1 kilometrekarelik alana sahip kompleks içerisinde Bergama Müzesi, Yeni Müze, Eski Ulusal Galeri, Eski Müze ve Pode Müzesi yer alıyor.
Müze Adası’ndaki ilk durağımız olan Bergama Müzesi, Anadolu’dan birçok eseri barındırıyor. Her yıl 1 milyondan fazla kişi tarafından ziyaret edilen müzede özellikle Zeus Sunağı, Milet’in Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı özellikle ilgi çekiyor.
Müzenin en önemli parçası olan Zeus Tapınağı, Alman yol mühendisi Carl Human tarafından 1871’de Bergama’da bulunur. Daha sonra kazı izni alınarak önce 3’te biri, daha sonra da kalanı satın alınarak 1874’te gemilerle Berlin’e götürülür.
Tapınak, Bergama kralı II. Eumenos döneminde, Galatalılara karşı kazanılan zafer sonrasında MÖ 165-156 yılları arasında inşa edilmiş. Baş tanrı Zeus ile onun savaş ve akıl tanrıçası kızı Athena’ya adanan sunak, emsalsiz heykel duvar kaplamalarıyla antik çağdan kalan anıtsal mimari yapılar arasında çok önemli bir yere sahip.
Milet Kapısı parçalanarak Berlin’e götürülmüş
Bergama Müzesi’ndeki bir başka Anadolu eseri ise ihtişamlı Milet Agora Kapısı. Ege Bölgesi’ndeki Milet şehrinde bulunan kapı taş taş ayrılarak Berlin’e getirilmiş. Bu muhteşem kapının yer aldığı odanın zeminindeki mozaikler de görülmeye değer.
Müzedeki bir başka önemli eserse Babil’in ünlü İştar Kapısı. Tanrıça İştar adına yapılan kapı, aslan, boğa ve ejder kabartmalarıyla süslü. Gerçeği yok olduğu için canlandırması yapılan İştar kapısı ve Tören yolu, Yeni Babil Çağı’nın en parlak devri olan II. Nabukadnezar zamanında MÖ 6. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş.
Bergama Müzesi’ndeki bütün eserlerle ilgili bilgiyi Türkçe dil seçeneği de olan cihazdan alabileceğinizi hatırlatarak, antik dönem eserleri sergilenen Yeni Müze’ye geçiyoruz.
2. Dünya Savaşı’ndaki bombardıman sırasından zarar görmemesi için 1939 yılında kapatılan müze, Berlin’in birleşmesinden sonra restorasyon çalışmaları tamamlanarak, 2009 yılının Ekim ayında kullanıma açılmış.
Kunstkammer bölümünde kil ve camdan yapılmış mimari modellerle mobilya parçaları yer alan müzenin ana katında Germen Antika ve Alçı Oyuncular Koleksiyonu bulunuyor. Müzedeki en nadide parçalarsa mısır koleksiyonundan oluşuyor.
Müze adasındaki son durağımız eski ulusal galeri oluyor. 1867-1876 yılları arasında inşa edilen müzede 19. yüzyıla ait heykel ve resimler sergileniyor. 3 katlı müzede Monet, Rodin gibi çok önemli sanatçıların eserleri yer alıyor.
En görkemli tapınaklardan: Berliner Dom
Müze adasının hemen yanında yer alan Berliner Dom yani Berlin Katedrali, sadece Almanya’nın değil dünyanın en güzel yapılarından biri. İçerisinde hiçbir zaman bir piskopos yaşamadığı için gerçek anlamda katedral olamayan yapının kapısındaki işlemeler bizi içeride ne güzelliklerin beklediğinin müjdesini veriyor adeta.
Berlin Katedrali, ilk olarak 1700’lerin ortasında Johann Boumann tarafından Barok tarzda tasarlanır. 1822’de Karl Friedrich Schinkel, yapıyı neo-klasik tarzda yeniden modeller. 1894 yılında Alman imparatoru II. Willhelm ise katedrali yıktırarak yeniden inşa ettirir. 1952’de bitirilen katedral, 2. Dünya Savaşı boyunca ağır hasar görür. 1975-1981 yılları arasında bu kez mimar Günter Stahn tarafından tasarlanarak yeniden yapılır.
İkinci katında dünyaca ünlü besteci Bach’ın el yazması eserleri ve 3. katında müze bulunan Katedral, Berlin’i tepeden izlemek için en ideal yerlerden biri. Ancak orta kısmında bulunan 98 metrelik kubbesine çıkmak o kadar kolay değil. Çünkü 250 basamaktan oluşan dar bir merdiveni tırmanmak gerekiyor.
Televizyon kulesi her yerden görülebiliyor
Berlin Katedrali’ndeki turumuzu bitirip Karl-Liebknecht Caddesi’ni takip ederek Alexanderplatz’a gidiyoruz. Yolda yürürken 368 metre yüksekliğindeki Fernsehturm, yani televizyon kulesini görüyoruz. Demokratik Almanya zamanında, 1965-1969 yılları arasından inşa edilen kule, Berlin’in birçok noktasından görülüyor.
İki adet asansörle 40 saniyede tepesine ulaşılabilen kuleyi geçip Alexanderplantz’a ulaşıyoruz. Berlin’in merkezinde bulunan meydan, ilk başta hayvan pazarı olarak düşünülmüş. Meydan adını ise Rus imparatoru I. Aleksandr’ın Berlin’i ziyaret etmesi şerefine 25 Ekim 1805’te almış.
Şehrin merkezi: Alexanderplatz
19. yüzyılın sonlarında, yakınında yapılan ve meydanla aynı adı taşıyan garla büyük önem kazanan Alexanderplatz’ın mimarisi geçmiş zamanlarda sıkça değiştirilmiş. Almanya’nın birleşmesiyle meydandaki birçok bina restore edilmiş veya yıkılmış. Son dönemde önemli değişimler yaşayan Alexanderplatz’da az da olsa sosyalizmin izleri de görülüyor.
Özellikle yaz aylarında şenlenen meydanda Weltzeituhr yani dünya saati ilgi çekiyor. 1969 yılında inşa edilen yapı, 16 ton ağırlığında ve 10 metre yüksekliğinde. Üzerinde dönen bir güneş sistemi modeli bulunan yapı, aralarından Ankara ile İstanbul’un da yer aldığı dünyanın çeşitli şehirlerindeki saatleri gösteriyor.
Yeraltındaki ayrı şehir: Berlin metrosu
Berlin, Moskova ve Londra’dan sonra dünyadaki en önemli 3’üncü metro ağına sahip. Toplam 9 hattan oluşan metroyla Berlin’in birçok noktasına ulaşmak mümkün. Biz de Alexanderplatz’dan Brandenburg kapısına metro ile gitmeye karar veriyoruz. Biletimizi alıp metroya binince, vagonun tasarımı bizi oldukça şaşırtıyor. Metro yolculuğumuza ise Roman müzisyenler eşlik ediyor.
Berlin’in simgesi: Brandenburg Kapısı
Berlin’in simgelerinden biri daha bütün görkemiyle karşımızda… 1788-1791 yılları arasında inşa edilen Brandenburg Kapısı’nda 12 sütun, 6 giriş ve 6 çıkış kapısı bulunuyor. Sütunları toplam 5 yol oluşturan yapıda vatandaşlar sadece dıştaki 2 kapıyı kullanabiliyor. Ortadaki yol ise kraliyete ve önemli trafik geçişlerine ayrılmış.
Naziler iktidara gelince, sembol olarak kullanılmaya başlanan kapı, 2. Dünya Savaşı boyunca tahrip olur ama tamamen yıkılmaz. Doğu ve Batı Berlin hükümetleri tarafından restore ettirilen kapı uzun süre kapalı kalır. Daha sonra 22 Aralık 1989’da, Helmut Kohl, Batı Almanya Şansölyesi iken yeniden açılır.
Kapının en üstünde, 4 atın çektiği bir araba heykeli dikkatimizi çekiyor. Quadriga adı verilen heykel, 1793 yılında Johann Gottfried Schadow tarafından barışın sembolü olarak tasarlanmış. Napolyon, 1806’da Berlin’i işgal edince Paris’e götürülen Quadriga, 1814’te tekrar geri getirilmiş.
Cam kubbesiyle ünlü meclis binası: Reichstag
Brandenburg Kapısı’nın 2 sokak kuzeyinde Reichstag yani Almanya Federal Meclis Binası yer alıyor. 1894 yılında açılan bina, Berlin’deki birçok yapı gibi 2. Dünya Savaşı’nda harap olur. Soğuk Savaş döneminde Batı Berlin sınırları içinde kalan meclis binası, iki Almanya’nın 3 Ekim 1990’da birleşmesinin ardından ilk sembolik meclis toplantısına ev sahipliği yapar. Ünlü mimar Norman Foster tarafından yapılan restorasyon sırasında meclisin ana salonunu gören bir cam kubbe eklenir.
Yahudi soykırım anıtı
Reichstag’dan ayrılıp, yürüme mesafesindeki Soykırım Anıtı’na yol alıyoruz. Yahudi soykırımı için inşa edilen anıt, iki futbol sahası büyüklüğünde ve sırayla dizilmiş 2 bin 711 granit bloktan oluşuyor. Mimar Peter Eisenman tarafından ziyaretçilere umut aşılaması için düzensiz ve yalıtılmış olarak tasarlanan anıt, 10 Mayıs 2005’te açılır.
Berlin’deki küçük İstanbul: Kreuzberg
Almanya, Türkler için acı vatan olarak görülüyor. Berlin, 60’lı yıllardan itibaren başlayan göçlerde Türklerin en çok tercih ettiği şehirlerin başında geliyor. Şehirde 200 binden fazla Türk yaşıyor. Sadece Kreuzberg’de bu sayının 50 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.
Semte girer girmez bizi Türkçe tabelalar karşılıyor. Kebapçıları, dönercileri ve diğer ihtiyaçlara yönelik dükkânlar arasında dolaşırken kendimizi Türkiye’de gibi hissediyoruz. Çoğu evde Türk kanallarının izlendiğini balkonlardaki çanaklardan anlıyoruz.
Türklerin son yıllardaki bir diğer adresi ise Neuköln. Bölgedeki pazar bunun en yakın tanığı. Maybachufer Caddesi üzerinde yer alan pazarda satıcı ve alıcı çok sayıda Türke rastlamak mümkün.
Savaşın acı izi: Wilhelm Kilisesi
1 Eylül 1895’te Alman İmparatoru I. Wilhelm adına bir anıt olarak inşa edilen Wilhelm Kilisesi, 2. Dünya Savaşı’nda tahrip olmuş. Daha sonra 1961’de yenilenen kilisenin 68 metrelik ana kulesi savaşın simgesi olarak bırakılmış.
Modern bir yapı olarak inşa edilen kilisenin diğer 2 kulesine kare şeklinde 20 bin küçük cam yerleştirilmiş. Sabahları mavi rengin hâkim olduğu kilisenin ana girişinde yer alan mozaiklerde ise, Almanya’nın kurtuluş savaşı tarihi ve Fransa-Prusya Savaşı’nın hikâyesi anlatılıyor.
Türünün en iyilerinden biri: Berlin Hayvanat Bahçesi
Berlin’deki son durağımızsa, Hayvanat Bahçesi ve Akvaryum oluyor. Almanya’daki en eski ulusal hayvanat bahçesi olan parkın büyüklüğü 35 hektar. 1844 yılında hizmete açılan hayvanat bahçesi, bin 400 farklı tür ve 14 bin civarında memeli hayvanı barındırıyor. Bu özelliğiyle dünyanın en iyisi olduğunu hatırlatalım.
Hayvanat bahçesinin hemen yanında yer alan akvaryum ise 3 katlı olarak hizmet veriyor. Giriş katı tamamen akvaryumlara ayrılan binanın ikinci katında sürüngenler, son katta da böcekler ve kurbağalar yer alıyor.
Berlin’in oksijen deposu: Vansee
Berlin’de siz anlatacağımız son nokta ise Wansee oluyor. Şehir merkezine yaklaşık 15 km mesafedeki bölge ormanlık alanı ve gölüyle insanları kendisine çekiyor. Parka girdiğinizde sık ağaçlar bizi karşılıyor. Arlarda yer alan yollarda yaşlı genç pek çok Berlinli yürüyüş yapıyor, koşuyor, bisiklete biniyor.
Pek çok Berlinli için şehirden kaçış noktası olan bölgedeki Wansee gölü ise bir başka cazibe noktası. Gölün etrafında az sayıda yapı yer alıyor. Yelkenliler ve gezi tekneleri adeta insanı kendisine çekiyor.
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.