
Günümüz çocuklarının dünyası, bir zamanlar hayal gücünün özgürce dolaştığı bir oyun alanı olmaktan hızla uzaklaşıyor. Sokak ve meydan oyunları yerini evlerde oynanan elektronik oyunlara bırakıyor; bu durum da çocukları giderek daha yalnız hale getiriyor. 80’ler ve 90’larda çocuklar sokaklarda resim çizer, kil şekillendirir ya da müzik aletleri çalarlardı. Bugün ise tabletler ve akıllı telefonlarla geçirilen uzun saatler, çocukların kendi üretimlerini ortaya koymalarını engelliyor ve sanatla kendini ifade etme imkânlarını giderek daraltıyor. Son yıllarda çocuklarda sanata karşı ilginin azalması, yalnızca bir tesadüf değil; köklü toplumsal değişimlere, eğitimsel ve teknolojik faktörlere dayanıyor. Bu yazımızda, bu düşüşün ardındaki temel nedenleri inceleyerek, durumun geleceğimiz açısından neden kritik bir öneme sahip olduğunu ele aldık.
Öncelikle, dijital dünyanın yükselişi bu düşüşün en temel nedeni. Çocuklar günde ortalama 7-8 saatlerini ekran karşısında geçiriyor; sosyal medya ve video oyunları hayatlarının merkezine yerleşmiş durumda. Bu ortamda, üretici ve sabır gerektiren etkinlikler yerine anlık tatmin sağlayan pasif tüketim öne çıkıyor. Çocuklar, bir resim çizmek yerine hazır filtrelerle fotoğraf düzenlemeyi tercih ediyor. Oysa gerçek sanat; sabır, emek ve deneme-yanılma ile zenginleştirilmiş bir sürecin yaşanmasını gerektiriyor. Bu da ekranların hızlı, kolay ve renkli çözümlerine alışmış çocukların ilgisini kolayca kaybetmesine yol açıyor. Pandemi döneminde artan ekran kullanımı, sorunu daha da derinleştirdi; evde kalan çocukların geleneksel sanat malzemelerine erişimi azaldı ve dijital alternatifler baskın hale geldi.
Bir başka önemli konu da eğitim sistemindeki değişiklikler. Birçok ülkede, özellikle bütçe kesintileri nedeniyle sanat dersleri ilk gözden çıkarılanlar oluyor. Okullarda müzik, resim veya drama dersleri azaltılıyor ya da tamamen kaldırılıyor; bunun yerine matematik ve fen gibi “temel” alanlara ağırlık veriliyor. Düşük gelirli bölgelerde bu kesintiler daha şiddetli yaşanıyor ve bu durumdan en çok azınlık öğrencileri etkileniyor. Öğretmenler, çocukların ince motor becerilerinde gözle görülür bir düşüş olduğunu belirtiyor; örneğin kalem tutma veya makas kullanma gibi temel beceriler zayıflıyor çünkü sanat eğitimi desteklenmiyor. İlgi kaybıyla birleşen bu durum, yenilikçiliğin de azalmasına yol açıyor. Eğitimciler, sanat derslerinin müfredatta standart bir ders olarak yer almasının ilgiyi artıracağını savunuyor. Ancak yarış atı mantığı ile test odaklı sistemler sanatı “gereksiz” olarak algılatıyor ve bu durum gerçekten meraklı ve yetenekli olanlar dışında çocukların sanata erişimini ciddi biçimde kısıtlıyor.
Aile dinamikleri de çocukların sanata ilgisinde belirleyici bir rol oynuyor. Günümüz ebeveynleri çocuklarını akademik başarıya yönlendirmeye daha yatkın; sanat ise çoğunlukla bir “hobi” ya da boş zaman etkinliği olarak görülüyor ve öncelikler listesinde alt sıralarda kalıyor. Yoğun çalışma saatleri ve hızlı yaşam temposu, çocukların serbest zamanını azaltıyor; bu da düşündürücü ve yenilikçi oyunlara ayrılan süreyi daraltıyor. Hatırlarsanız, eskiden mahallelerde özgürce oynayan çocuklar, bugün spor kursları veya dil dersleri gibi yapılandırılmış etkinliklere yönlendiriliyor. Bu yeni düzen, sanatla ifade imkânlarını daha da bastırıyor. Ayrıca, ebeveynlerin kendi sanatsal deneyimleri sınırlıysa, bunu çocuklarına aktarmaları da zorlaşıyor. Üstüne toplumsal baskılar da tabloyu pekiştiriyor; “başarılı” kariyerlerin bilim, teknoloji, mühendislik, matematik (Science, Technology, Engineering, Mathematics, STEM) alanlarında olduğu algısı, sanatı göz ardı edilen bir alan haline getiriyor.
Sanata olan ilginin azalmasının bir diğer, belki de en önemli etkisi, çocukların duygusal dünyasında oluşturduğu eksiklik olarak karşımıza çıkıyor. Sanat; çocukların duygularını tanımalarına, içsel çatışmalarını ifade etmelerine yardımcı olur. Ancak günümüzde birçok çocuk, duygularını renklerle, seslerle ya da hareketle dışa vurmak yerine ekranlar aracılığıyla bastırıyor. Dijital ortamlar her ne kadar dopamini artırarak keyifli anlar yaşatsa da duygusal derinlik kazandırmıyor. Oysa resim yapan, müzikle uğraşan ya da bir hikâye kurgulayan bir çocuğun kimlik inşa süreci, sanatla beslenmeyenlere kıyasla çok daha sağlıklı ve derin olur; çünkü böyle bir çocuk, duygularını ifade etmeyi, hayal gücünü somutlaştırmayı ve kendine özgü bir bakış açısı geliştirmeyi öğrenir. Sanatın iyileştirici, rahatlatıcı ve ruhsal denge sağlayıcı yönü çocukların hayatından çekildikçe, duygusal kırılganlıklar artar ve iletişimleri yüzeyselleşir. Bu nedenle sanata yönelim yalnızca estetik bir tercih değil, aynı zamanda psikolojik bir ihtiyaçtır.
Toplumsal ve kültürel değişimleri göz ardı etmek elbette mümkün değildir. Küreselleşme ve tüketim kültürü, standartlaşmış eğlence biçimlerini öne çıkarırken, çocuklar popüler kültürün hazır ürünleriyle yetinmek durumunda kalmaktadır. Sanata erişimdeki eşitsizlikler ise giderek büyümekte; kırsal bölgelerde ya da düşük gelirli ailelerde sanat malzemelerine erişim, kurslar veya müze ziyaretleri bir lüks haline gelmektedir. Bu durum, yenilikçi potansiyelin yalnızca belirli kesimlerle sınırlı kalmasına neden olmaktadır. Oysa sanatın toplumun her kesimine ulaşması, kültürel çeşitliliğin korunması ve sosyal bağların güçlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Unutulmamalıdır ki sanatsal faaliyetler yalnızca bireysel gelişimi değil, aynı zamanda toplumun yenilikçilik kapasitesini de artırma potansiyeline sahiptir.
Peki, bu gidişatı tersine çevirmek mümkün mü? Elbette, ancak bu ancak kolektif bir çabayla gerçekleşebilir. Okullarda sanat programlarının yeniden güçlendirilmesi ve çocukların ilgisini çekebilecek özgün etkinliklerin teşvik edilmesi iyi bir başlangıç olabilir. Burada sanatı bir “zorunluluk” değil, keyifli bir keşif yolculuğu olarak sunmak büyük önem taşıyor. Unutmayalım, sanat yalnızca bir hobi değil; empatiyi, problem çözme becerisini ve duygusal zekâyı geliştiren güçlü bir araçtır. Bu eğilim tersine çevrilmezse, geleceğin nesilleri daha az yenilikçi, daha az esnek bireyler hâline gelebilir; robotlaşmış, duygudan yoksun ve üretmeyen genç kuşaklar, Allah korusun, birer sosyal enkaza dönüşebilir. Şimdi harekete geçme zamanı, yoksa renkli hayallerin yerini gri ekranlar alacak.
Sonuç olarak, çocuklarda sanata ilginin azalması çok yönlü bir sorun olup yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal etkiler de doğurmaktadır. Bu durumu değiştirebilmek için eğitim politikalarından aile yaklaşımlarına, teknolojik alışkanlıklardan kültürel değerlere kadar kapsamlı adımlar atılmalıdır. Sanat, çocukların yalnızca hayal gücünü değil; duygusal ve sosyal gelişimlerini de destekleyen vazgeçilmez bir araçtır. Geleceğin daha üretken, yenilikçi ve duyarlı bireyleri için sanata olan ilginin yeniden canlanması artık bir seçenek değil, bir zorunluluktur.
Yazarın Diğer Yazıları
Bu gönderi kategorisi hakkında gerçek zamanlı güncellemeleri doğrudan bildirim almak için tıklayın.









